UV Işığı Zararlı Mı? (Hadi Gel, Biraz Ciddiye Alalım)
Bazen hayat, bir güneşin altında, şezlongda sırt üstü yatmak kadar basit olur. Gözlerimizi kapatıp, “Vay be, dünyanın ne kadar güzel bir yer olduğunu” düşündüğümüz anlar… Ama sonra bir ses gelir, iç ses: “Dur bakalım, biraz daha düşün.” Bu ses, UV ışığının zararlı olup olmadığına dair başımıza bela olacak. Hani, UV ışığı… O gözle görülmeyen, ama cildimizin her bir hücresine fısıldayarak bize yaşlanma yolculuğunun kapılarını aralayan ışık.
Bir dakika, sana bir şey söyleyeyim. Benim gibi biri, genellikle güneşin altında “Vitamin D alıyorum, ne var bunda?” diyerek saatlerce oturur, ama bir anda her şey değişiyor. Bir bakmışsın, cilt uzmanı diyor ki: “UV ışığı zararlı, dostum. Bu kadar güneş, biraz fazla oldu.” Evet, güneşin altında bir şeyler yaparken, aslında en az yarım saat aralıklarla kafamıza “UV ışığı zararlı mı?” diye soruyoruz.
Güneşin Arkasında Neler Var?
UV ışığı dediğimiz şey, aslında o masum güneş ışığının içindeki o tehlikeli küçük canavarlardan biri. Tıpkı süper kahraman filmindeki kötü karakterler gibi, hiç gözükmeden gelip hücrelerimizi kasıp kavuruyor. UVA, UVB ve UVC diye üç farklı türü var. Ama merak etmeyin, biz sadece UVA ve UVB ile ilgileniyoruz. UVC zaten atmosferde kayboluyor, o yüzden güvende sayılırız.
UVA: Bu, cildin derinliklerine iniyor, kırışıklıklar ve yaşlanma belirtilerine yol açıyor. Yani, eğer “Kendini hiç yaşlanmıyorsun!” diyen arkadaşın varsa, ona hemen bir güneş kremi öner.
UVB: Bu da daha üst katmanda etkili. Güneş yanığına neden olan tür. 10 dakika fazla güneşte kaldığında, cildin sana “Hadi, tamam, yeter!” diye bağıracak.
O zaman soralım, UV ışığı zararlı mı? Cevap kısa ve net: Evet, ama hem evet hem de hayır. Çünkü güneşin tadını çıkarmak güzel, ama dikkatli olmakta fayda var.
Güneşin Tadını Çıkarmak: Sağlıklı mı, Tehlikeli mi?
Şimdi, sana çok dramatik bir senaryo anlatayım. Güneşin altındasın, güneşleniyorsun, tam cildin ısınmış, ama birden bir akrabam arar. “Biliyor musun, UV ışığı cildinize zarar veriyor, dikkatli ol!”
Ben: (Bunu bir espri olarak kabul edip) “Ama ben vitamin D alıyorum!”
Akraba: “UV ışığına dikkat et, o çok zararlı!”
Ben: “Ama güneş kremi sürdüm.”
Akraba: “Yine de fazla maruz kalma. Cilt kanseri riski var!”
Ben: “Cilt kanseri dedin mi? O zaman hemen güneşin altından kaçıyorum, sağ ol!”
İşte, tam burada önemli olan nokta, bir şeyin fazlasının her zaman zararlı olmasıdır. Herkesin çok iyi bildiği bu klişeyi tekrar edelim: Az ama öz. Güneş ışığı almak, evet, sağlıklı. Ama uzun süre güneşin altına maruz kalmak, sağlıklı değil. Güneş kremi, şapka, gözlük ve hatta bazen bir gölgelik, günümüzün moda ürünleri haline geldi.
UV Işığından Kaçınmak İçin Neler Yapmalı?
Peki, UV ışığından korunmak için ne yapmalıyız? Yani, teorik olarak bunları bilsek de, bazen pratikte unuturuz. Ben mesela bir kez, deniz kenarında keyif yaparken, “Güneşin altında saatlerce otururum, ne olacak ki?” diye düşündüm. Hadi, sormayın. Kollarım 3 gün boyunca turuncu oldu. Bir daha güneşe her çıkışımda mutlaka güneş kremi sürüyorum. Ama hâlâ, bazen “Ya 15 faktör de olur mu?” diyorum. Herkesin bu konuda bir zaafı vardır.
Öncelikle, sabah 10 ile öğleden sonra 4 arası güneşe çıkmamak önemli. UV ışınları o saatler arasında daha güçlü. Tabii, bu saatlerde evde oturmak, televizyon izlemek de başka bir seçenek.
Güneş kremi: SPF 30 ve üzeri tercih edilmeli.
Gölge arayın: Ne kadar fazla güneş, o kadar fazla UV.
Şapka ve gözlük: Hem moda hem de korunma.
Yararlı alışkanlıklar: Düzenli cilt bakımı ve su içmek!
Sonuç: UV Işığı Zararlı Mı? Evet, Ama…
Hadi, bir kez daha soralım: UV ışığı zararlı mı? Cevap net: Evet, ama bazen hayatı biraz renklendirmek de önemli. Tıpkı şunu söylemek gibi: “Azıcık eğlenmek, sonra biraz korunmak”.
Evet, UV ışığı zararlı, ama güneşin tadını çıkarmak da bir o kadar güzel. Önemli olan, vücudumuzu dinlemek, dikkatli olmak ve gereğinden fazla güneşe maruz kalmamaktır. Çünkü sonrasında her şeyin daha “doğal” bir şekilde yaşanması, bize en güzel sonucu verir. Ama unutmayın, cildinize de yazık etmeyin, yoksa 20 yıl sonra, “Bu benim cildim, neden bu kadar erken kırıştı?” diye sorabilirsiniz.